16 Temmuz 2013 Salı

....BENİM ADIM KİNYAS....





Benim adım Kinyas. Gün ağarıyor. Başım ağrıyor. İsmimi kendime ben verdim. Bitmeyen bir öfke ve bitmeyen bir mutsuzluğun ifadesi. Bütün insanlara kızgınım, yaşadıkları için. Hayattan midem bulanıyor. Ateşle oynarım. Yeterince benzin ve karşımda oturan adamın ceketinin iç cebindeki çakmakla dünyayı yakabilirim. Benim adım Neron. Geceleri çaldığım arabalarla gezerim. Tokyo’da doğdum. İki zenciye 3 gram kokain karşılığında bileklerimi kestirdim. Sabah uyandığımda okyanus beni yıkadı. Benim adım Steve McQueen. Bütün bildiklerimi kusarak hayatta kalıyorum. David Bowie’yi rüyamda gördüm. sabah bir gözüm yoktu. Şiir yazdım. Tam üç tane. Birini rendeleyip makarna sosuma kattım. Diğerini yakıp, küllerini kum saatine koydum. Biraz zaman kazandım böylece. Sonuncusunu ise şimdi yazdım. İşte geliyor:

Sözlerimin sonunu duymadığın zaman
cümlelerimin sonunu duymadığın zaman
değiştiriyorum son kelimelerimi
değiştiriyorum sonumu.


Kendimi ölümsüz olarak görüyorum. Mekan ve zamandan kopalı yıllar oluyor. Bir kıza aşık olmuştum. Onu görmek için 6 saat yol gitmem gerekiyordu. Bir sabah treni kaçırdım. Aşık olmaktan vazgeçtim. Kendinden vazgeçmenin ne olduğunu asıl ben bilirim. Benim adım Kaygusuz Abdal. Tanrı’dan vazgeçtim. Ölmekten vazgeçtim. Çünkü ölürsem ve yukarıda beni ödül ve ceza sisteminin bekçileri bekliyorsa çok büyük kavgalar etmem gerekecekti. Ölmek istemiyorum. Çünkü Tanrı’yı da öldürürüm diye korkuyorum. Ve böyle bir vefata benim dışımda kimse dayanamaz. Platon’un mağara istiaresine karşılık ben de kuyu istiaresini yazdım: doğdukları andan itibaren düşen insanların, yanlarından hızla geçen fırsatlara ve başka insanlara tutunup tırmanmalarını ve bunu sadece doğdukları andaki yüksekliklerine erişebilmek için yaptıklarını anlattım. Ancak ellerini ağızlarına sokup, parmaklarını ısırıp hiçbir şeye tutunmamaya kararlı olanları da anlattım. Ve sordum, Tanrı’nın yukarıda mı yoksa aşağıda mı olduğunu. eskiden poker oynardım. Şimdi de, Tanrı’nın aşağıda, kuyunun dibinde olduğuna oynuyorum. Hayatım masada. Bir kaç kırmızı oyun fişiyle…

Az yedim. Çok içtim. Hala içiyorum, içki ayırmadım. Alkolü kendime yakıştırdım. Her türlü uyuşturucudan tattım. Bağımlılıktan nefret ettim. Gitmemi, terk etmemi engeller diye. Ne bir maddeye, ne bir insana bağlandım. Sırf bunu kendime kanıtlamak için eroin kullandım, aşık oldum. İkisini de arkama bakmadan bırakıp gittim. Geçmişe tükürüp, geleceği çiğnedim. Bugünü ise uyuyarak geçirdim. Benim adım Houdini. Dünyayı bir oyuncağa çevirdim. Ayak basmadığım yer kalmadı. Kalan varsa onları da amuda kalkar geçerim! Duvarlara, bedenime resimler çizdim. Bir gün öyle bir kükredim ki önümde duran şarap kadehi çatladı. Benim adım Hitler. Kendi ordumu kurmak için bir sürü kadına tohumlarımı bıraktım. Şimdi ise ağlıyorum. Hepimiz için. Çünkü hiçbiri işe yaramadı.

Kendimi defalarca buldum, defalarca kaybettim. Gerçek adımı hatırlamıyorum. Kimliğimi bir çocuğa sattım. Çirkinleşmek için çok uğraştım. İsteyene ruhumu kiraladım. Vücudumdaki dikiş sayısını artık bilmiyorum. Hayatımı diktiler, oysa yırtmak için çok uğraşmıştım..

8 Ocak 2013 Salı

-----Alışacaksın----

zaman mı bize nankör, biz mi zamana karşı nankör, anlayamadım!..
çocukluğumuz daha dün gibi, yarınlar tükenmiş
büyümeyi beklerken, yüzümüzde çizgiler çoktan  belirmiş.
çocuk ruhumuzla kurduğumuz hayallerin renklerinden sıyrılıvermişiz,bir bir!
ümitlerimiz bir çift bilinmezde kaybolup gitmiş.
büyümek zor değil, sabırsızlanmaksa yersiz,
asıl zor olan, bu olgunluğa katlanmak imiş!..
hayal kurmanın saçmalığını anlamak, gerçeğe yüzünü dönmek,
avuçlarımız umudunu yitirmişken, yarını umutla bekler gibi yapmak, en zor olanı...
hayat bir noktaya kadar düz bir çizgi, belkide biz öyle, toz pembe, engebesiz gördük yokuşları
kafamızı kaldırmadan ilerledik kanımız delice çağlarken.
sonra gerçeğe selam durduk bir yokuşun başlangıcında!..
yinede belkiler sığdırdık onca imkansızın arasına
inanmak istedik, yada inanmış gibi yapmak daha kolay gibiydi; eski dediğimiz o kısacık zaman da
ayaklarımız yaralandı, kan revan içinde kaldı kalbimiz
bir avuç tuzu elerimizle bastık yaralarımıza, gözlerimizde kanlı yaşlarla.
yalnızdık, koca bir kalabalık ortasında yapayalnız, yalnızlığın en zor yıllarının ucundaydık
biz fırtınaya kandık, habersizdik uzak diyarların sarp sokaklarından
savruldu zaman avuçlarımızdan ve bakakaldık ardından.
geri dönülebilir sanmıştık katettiğimiz yollardan, yanılmışız!..
yol uzun, zaman kısa,ne mümkün yol almak bunca acıyla
sonunda adres değiştirdi hayatlarımız...
biliyorum bundan sonrası daha hızlı ve daha kısa, bir o kadar yorucu
bakışlarımız renksiz, bunu anlatmaya çalışan kelimeler kifayetsiz olacak yarınlarımızda.
bir ilaç sunulacak,
evet!..
bir ilaç sunulacak dışı altın içi paslı bir kapta
her yudumunda harf harf eksilip, tümceler boyu susacağız
okunmamış şiirlerle dolacak sayfalar ve telaffuzda susup,
satırlar boyu konuşmaya çaresiz, alışacağız!..